Ahşap Salıncak
Evde kendime bir meşguliyet bulamayınca “Anneeeee ben hayal uçurtmaya gidiyorum” deyip çıkardım evden. Doğru oyun parkına koşardım. En sevdiğim ahşap salıncak boşsa keyfime diyecek olmazdı. Salıncağa oturduktan sonra sağlı sollu halatları sıkıca kavrar, ayakaltında eşilmekten çukurlaşmış toprak zemine bir çelme de ben takardım. Biraz ivme kazandıktan sonra bacaklarımı öne doğru uzatır ayakucumu, karşımdaki yeşil tepelerin zirvesine değdirirdim. İçimdeki beyaz kelebeklere kanat çırptıran bu hissin tarifi imkânsızdı. Rüzgâr yüzümü okşarken zihnimde kurduğum hayaller de bedenimle birlikte uçmaya, uçuşmaya başlardı.
Bir başka deyişle çocukluğuma ev sahipliği yapan bu ahşap salıncak, sadece beni değil uçsuz bucaksız hayallerimi de uçururdu. O anlarda hiçbir oyun, hiçbir oyuncak beni bu denli keyiflendiremezdi. Sallanırken düşlerime ilginç senaryolar yazar, yazdığım senaryoda herkese roller dağıtırdım. Büyüklerimden duyduğum “Kendi hayatını yönetemeyenler, başrolleri kendilerine layık görmeyenler başkalarının hayatında figüran olurlar” cümlesinden hareketle rollerin en güzelini kendime ayırırdım. Kendime biçtiğim roller bazen gerçek hayattan bazen de masal diyarlarından olurdu. Kimi zaman öğretmen, doktor, balerin kimi zaman da uzay boşluğunda parlak bir yıldız, denizaltında ışıltılı bir mercan olurdum.
O gün bir peri kızı olmayı hayal ettim
O gün tüm gücümle sallanırken sihirli güçleri olan bir peri kızı olmayı hayal ettim. Sihirli güçlere kim hayır diyebilirdi ki? İlk olarak, ‘kıvırcık saçlarından nefret eden kuzenimi bu halinden kurtarmalıyım’ diye düşündüm. Sihirli değneğimle ona doğru yaklaştığımda bu saçın ona ne kadar çok yakıştığını fark ettim. Zira yaptığım her değişiklikten sonra daha çirkin oldu. En nihayetinde onu olduğu gibi bırakmaya karar verdim. Çünkü doğal hali zaten en güzeliydi. Anneannemle dedemi gençleştirmeyi düşündüm fakat dış görünüşlerini değiştirirsem hiç tanımadığım, bambaşka birilerine dönüşeceklerdi. Üstelik bilge hallerinden hiç eser kalmayacaktı. O yüzden onları sevimli, ton ton halleriyle baş başa bıraktım. Sınav kâğıdımdaki notu değiştirmeyi düşündüğümde de bunun hiç doğru bir şey olmayacağını anladım. Bu çalışan arkadaşlarıma haksızlık, kendime de saygısızlıktı. Peki, ben neyi değiştirecektim? Değiştirmeyi planladığım her şey elimde kalıyordu. Demek ki her şey tam da olması gerektiği gibiydi. Her şey olması gereken zamanda ve olması gereken biçimde gerçekleşmekteydi. En ufacık bir müdahaleye gerek yoktu. O halde sihirli bir değneğe de ihtiyaç yoktu. İnsan olarak var olmak sihrin bizatihi kendisiydi. Sadece bunu anlamak gerekiyordu.
Ahşap salıncağımda hayal kurmaktan hiç vazgeçmedim
Bütün bunları az çok idrak etsem de salıncak tepesinde hayal kurmaktan hiç vazgeçmedim. Parka, hayal uçurtmaya gittiğim bir başka gün kendimi tatlı tatlı esen rüzgâra bıraktım. Farklı düşlere dalıp kafamdan yepyeni senaryolar yazdım. Bu kez gözleri kilometrelerce uzağı gören, burnu Kaf dağının ardındaki kokuları alan, kulakları bütün frekansları duyan, doğadaki her türlü titreşimi anında fark edebilen biyo-robotik bir insan olmayı düşledim. Bu özelliklerimle beş duyudan daha fazlasına sahipmiş gibi hissedecektim. Bu sayede deprem, sel gibi doğal afetlerde yardıma ihtiyaç duyanları hızla fark edecek, arama-kurtarmada görev alacak, insanlığa hizmet edecektim. Hatta bu felaketler olmadan tehlikeyi haber verecek, tedbirler aldırtacaktım.
Ancak bunun için özel bazı çipler taktırmam gerekiyordu. Bu çipleri sadece uzaylıların takabildiğini öğrendiğimde salıncağıma daha sıkı tutundum ve yükselişe geçtiğim bir anda kendimi uzayın boşluklarına fırlattım. Oraya varınca “Pardon, çip takan biri var mı acaba?” diye seslenmeye başladım. Başlangıçta kimse beni işitmedi fakat sonra gaipten bir ses duyuldu. “Sana çip takarız ama bazı yan etkileri olabilir. Örneğin zaman geçtikçe robotlaşırsın, insani yönlerin gün geçtikçe zayıflar, sevmek sevilmek gibi duyguların anlamını yitirebilir. Oynadığın oyunların hiçbiri zevk vermeyebilir. Sevinç, üzüntü, özlem gibi hislerin yok olabilir. Doğaya aşkla bakan gözlerin gün gelir körelebilir. Ayrıca duyuların yükselişe geçtiğinde desibeli yüksek seslere tahammül edemeyebilir, gördüklerine ve kokladıklarına katlanamayabilirsin. Bütün bunları göze alabilecek misin?”
Duyduklarıma inanamadım. Bunlar gerçekten de çok büyük bedellerdi. Ben sadece çocukça hayaller kuran bir çocuktum ve öyle kalmalıydım. Sevinçlerimle, hüzünlerimle, oyunlarımla, oyuncaklarımla, ailemle hayatıma devam etmeliydim. Tek tasam boğazım ağrıdığı için dondurma yiyememek olmalıydı. Çip taktırma düşüncesi, içimden geçenlerin ağırlığıyla birleşince salıncağımın dengesi bozuldu. Ne olduğunu anlayamadan kendimi ayağımın altındaki eşili çukurun içinde buldum. İlk kez salıncaktan düşüyordum. “Tamam tamam, söz robotlaşmayacağım” dedim. Mesajı almıştım. Bilim insanlarının, bireyin doğasını bozmadan en iyisini yapacaklarına olan inancım tamdı. O yüzden de bu hayalden derhal çıktım.
Hem gerçek dünyamın hem de hayallerimin en güzel varlığı
Peki, ben daha farklı, daha ilginç neyin hayalini kuracaktım? Bunun üzerinde epeyce düşündüm. Düşünürken vaktin nasıl geçtiğini hiç anlayamamıştım. Hava kararmaya başlayınca annem beni merak etmiş, eve götürmek üzere parka gelmişti. Uzaktan bana doğru yaklaştığını görür görmez içimdeki beyaz kelebekler yeniden kanat çırpmaya başladı. Annem hem gerçek dünyamın hem de hayallerimin en güzel varlığıydı. Onun olduğu yer dünyanın en güvenli limanı, ışık saçan yüzü evrenin en parlak yıldızıydı. Onu o kadar iyi anlıyordum ki çoğu zaman söz söylemesine bile gerek kalmıyordu. Şefkat dolu bakışları, sevgi dolu kolları milyonlarca söze bedeldi. Konuşmadan ifade ettiklerini anlamam için çipe falan ihtiyacım yoktu. Aramızdaki kuvvetli bağın yerini hiçbir manyetik güç alamaz, hiçbir robotik tasarım dolduramazdı.
Ben bu düşüncelere dalmışken annem gülen gözleriyle yanıma yaklaşarak yanaklarımdan öptü. “Bugün biraz fazla uzun sürmedi mi hayal uçurtma işi küçük hanım, her yer hayallerle dolmuş taşmış. Ay yoksa birinin üzerine mi bastım?” diye sordu, sol ayağını yerden kaldırarak.
Annemin düşlerime, oyunlarıma tatlı şakalarıyla dâhil olmasına bayılıyordum. Ona duyduğum hayranlıkla cevap verdim: Hayır, anneciğim. Üzerine basmana imkân yok. Çünkü onları yere değil gökyüzüne doğru uçuruyorum. Sen hep demez miydin, “hayallerini gökyüzüne bırak, bırak ki gündüzleri parlak güneş, geceleri ay dede fiyonklayıp kucağına getirsin. Gökyüzü tertemizdir, masmavidir, orası melekler diyarıdır, orada onlara kimse el süremez, orada onları kimse kirletemez. Ve çocukların temiz kalplerinden doğan her güzel niyet, gerçekleşmeye namzettir. Sadece vaktini, saatini bekler.”
Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.
Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..