Giriş Yapın

Facebook ile Bağlan Sizin adınıza paylaşım ve izinsiz gönderim yapmıyoruz.

Pamuk Şekeri

Pamuk Şekeri

- Bir düş gördüm, dedi.
Arkasından, merak edip sorsun diye bekledi. Beklediği soru hiç ummadığı kadar güzel gelmişti.

- Hayrolsun! Ne renk bir düş?

- Mavi… Sonsuzluk mavisi… Biraz orman yeşili… Biraz da bulut beyazı… Daha öncekilerden çok farklı…  Anlatmamı ister misin? Bu kez sorusunun cevabını bekleyemeyip konuşmasını sürdürdü.

Rüyaların en güzeli

- Her şey kulağıma çalınan bir tıkırtıyla başladı. Coşkusu giderek artan, parmak ucunda dans eden, minik, ritmik tıkırtılar… Koşarak kapıya doğru gittim. Kimse yoktu ama davetkâr ritim oradaydı. Sese doğru yaklaşıp başımı yukarı kaldırdığımda tıkırtıların buluttan düşen yağmur damlaları olduğunu fark ettim.

Beni görünce yağmayı kesip alçalarak önümde eğildi bulut. “Haydi, gidelim” dedi. Bu reveransa kayıtsız kalamazdım. Üzerine atladığım gibi birlikte gökyüzüne süzüldük. Hiç sormadım, “Sen kimsin, nereye gidiyoruz” diye. Bu bilge bulutun vardı elbet bir bildiği. Tüm benliğimle ona güvendim. Rüyaların en güzelini akışa teslim olduğumda görmemiş miydim?

Birlikte “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, altı ayla bir güzde, bir arpa boyu yol gittik.” Dilime dolanan bu tekerlemeyle, bulutun sırtında, masalsı diyarların tam ortasındaydım.

Ağırlığımdan yorulmuşa benzemiyordu. Sonra şeklini değiştirip yüzünü bana döndü: “Ne dersin, yağmur olup yeryüzüne mi inelim yoksa yükselmeye devam mı edelim?” Gökyüzünün her bir katmanını çok merak etsem de “Yağmur olup yeryüzüne inelim” dedim. Zira buğdaylarımızın başak vermesi, hasadımızın bereketlenmesi, emeklerimizin ekmek olup evimize geri dönmesi gerekiyordu. Ayrıca gerçekleştirmesini istediğim daha başka pek çok şey vardı bu güzel buluttan.

Ona, “Pamuk Şekeri” ismini verdim

Nahifliğine, rengine, biçimine bakarak ona “Pamuk Şekeri” ismini verdim ve onun da görebilmesi için isteklerimi göğün mavi ekranına yansıttım: Semaya akseden resimlere baktıkça heyecana kapılıyor, hayallerimi yerine getirmek için diğer yağmur bulutlarıyla eşleşerek kendini kartopu gibi büyütüyordu. Yağdıkça yağıyor, yağıyor, yağıyordu. İncitmeden, kırıp dökmeden, sele, afete dönüşmeden usul usul her yere, yağıyor; herkese şifa dağıtıyordu Pamuk Şekeri. Ben ise bu şölenin tadını çıkarıyor gerçekleşen hayallerime yenilerini eklemeye devam ediyordum: Orman yangınları sönsün, trafiğin gri tozu sinsin, kıraç topraklar yeşersin istiyordum. Çocuklar yağmurda ıslansın, ayakları nemli toprağa bassın, tabiat ananın sunduğu çamurdan hamurlarla yıkılmaz kaleler yapsınlar istiyordum.

Gece boyu uykusuz kalan lohusa anne yağmurun getirdiği dinginlikle birlikte, tatlı bebeğiyle huzur içinde uyusun, muhteşem hayaller kursun istiyordum. Faruk amca, pencerenin önüne otursun, çayını yudumlarken bütün dertlerini unutsun, sadece yağmuru seyretsin istiyordum. Kır düğünü ile evlenen mutlu çift, nikâh defterini yağmurun saydam mürekkebiyle imzalasın, ilk danslarını rahmet örtüsü altında yapsınlar istiyordum. İpe gerdiği çamaşırlar ıslanmasın diye bahçeye koşan Necla abla o sırada sevdiceği ile karşılaşsın, meftunu olduğu gamzeli gülüşün anlattıklarını uzun uzun hayra yorsun istiyordum. Ahmet amca arabayı yıkatmadığına, Gülsüm teyze camı silmediğine, süslü Fulden fön çektirmediğine sevinsin istiyordum…  

Yağmur ormanlarına gidiş

Üzerinde, kâh göğe yükselip kâh yere indiğim Pamuk Şekeri’min pamuk kollarında hiç olmadığım kadar mutlu hissediyor, gördüğüm bu düşü büyülü bir gerçek gibi algılıyordum. Kendi hülyama dalıp gitmişken dönüp tekrar sordu bulut: “Şimdi ne yapmak istersin?” Bu soruya hiç düşünmeden sevinçle cevap verdim. Her zaman merak ettiğim yağmur ormanlarına gitmek istediğimi söyledim. Hiç ikiletmedi. Aynı tekerlemeyi sadece bir kez söylemiştim ki baktım gelmişiz bile. Orada daha önce hiç görmediğim kuş türleriyle, rengârenk bitki örtüleriyle, kanadında bin bir farklı rengin harmoni içinde kaynaştığı özgür kelebeklerle, upuzun anaç ağaçlarla, karşılaştım. Buluta beni yere indirmesini söyledim. O an, daha önce hiç koklamadığım enfes bir rayiha burnumun deliklerinden ciğerlerimin en ücra köşelerine kadar nüfuz etti.

Kurtlar kuşlar geldiğimi ormanın cümle azalarına müjdeledi. Beni nasıl ağırlayacaklarını bilemediler. Ulu ağaçlar, yemişlerini neşeyle önüme döktüler, ılık esintileriyle ruhumu kanatlandırdılar. Dünya üzerindeki biyo-çeşitliliğin alabildiğine zengin, yağış miktarının fazlaca olduğu, hayvanların açlık, sefalet çekmediği bu eşsiz eko-sistemde harikulade bir atmosferin içindeydim ve asla uyanmak istemiyordum. Oysa bulut gitme vaktinin geldiğini, artık veda etmem gerektiğini söylüyordu. Ben ise görmek istediğim daha pek çok yer olduğunu vurguluyor onu bu fikirden ısrarla vazgeçirmeye çalışıyordum. Ben direttikçe o “Başka bir rüyada oralara da gideriz elbette” diyordu. Sonunda pes edip “peki” dedim. İşte tam o anda gönülsüzce de olsa büyülü düşümden vasat gerçeğime uyandım.

Gökyüzünü seyre daldım

Kanatsız, beyaz bulutum, beni yatağıma bıraktığında sabah olmak üzereydi. Bedenim yatağımda, aklım gördüğüm rüyada, pamuk şekerleri baktığım engin semadaydı. Bir süre sonra yataktan kalkıp terasa çıktım. Başımı yukarı kaldırıp gökyüzünü seyre daldım. Beynime bu komutu ne kadar seyrek verdiğimi düşünüp kaçırdıklarım için epeyce hayıflandım. Ardından önümde uzanan ağaçlıklı yolu ve yolun sonundaki ormanlık alanı izledim. Uzun uzun sessizliği dinledim. Doğayı ilk kez kalbimle dinliyordum. İlk kez konuşmadan anlattığı işaretleri okuyordum. Çiçekle çiçek, toprakla toprak, bulutla bulut oluyor, duygudan duyguya savruluyordum.  Aslında doğayla benzer bir dil konuştuğumuzu onunla aynılaşınca anladım. Doğanın patronu değil de parçası olduğumuzu bir kez daha kavradım. Görevlerini bir an bile ihmal etmeyen tabiat ananın bize sunduğu hizmetleri ayrıntılarıyla düşündüğümde her bir hücremi derin bir minnet duygusu sardı. Bize karşılıksızca sunulan bunca hediye için ne kadar teşekkür etsek azdı.

Ben böyle pamuksu bir dokunuşla iç dünyama dönüp doğanın sesine, kendi mucizeme uyanmışken bir tıkırtı duyum sanki… Parmak ucunda dans eden, davetkâr, ritmik tıkırtılar… Üstelik bu tıkırtılar düşümde değil, hakiki dünyamdaydı. Ziyaretime gelen Pamuk Şeker’i olmalıydı. Sanırım daha önce hiçbir düşüm bu kadar çabuk gerçek olmamıştı.

 

İlginizi Çekebileceğini Düşündüğümüz Diğer Haberler
FACEBOOK YORUMLARI
ANNEBEBEK ÜYELERİ NE DİYOR?

Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.

Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..