SEVGİ DİLİ
Sevgi dilini öğrenmenin otomobil kullanmayı öğrenmekten, para kazanmayı öğrenmekten çok daha önemli olduğunu fark etmemişler miydi? Karşılıklı oturup birbirlerini dinleyerek kendi yaşam sürelerinden birbirlerine armağan etmemişler miydi?
- Annnnneeeee!
- Anneciiiiğiiiimmmmmmm!
- Yardım eder misin? Ayakkabımın bağcığını bağlayamıyorum.
Benim gemici düğümlerimin farkında olan eşim bu nida üzerine koşup hemen yanımıza geliyor. “Anneni bu işe hiç karıştırma. Ben bağlarım güzel kızım” diyor. “Hatırlarsan, dün gece annenin attığı kör düğümü çözmek için kapıda tam on beş dakika uğraştık. Ben, üst üste atılmış kapı tokmağı büyüklüğündeki düğüm yığınını, mikroskop altında tek tek çözmeye çalışırken annen tuvalet ihtiyacını bahane edip usulca yanımızdan uzaklaştı. Eve girdiğimizde dişini fırçalamış, pijamasını giymiş neredeyse uykuya dalmak üzereydi.”
Eşimin bu serzenişi üzerine;
- Abartma istersen Mustafa, diye düzeltme ihtiyacı duyuyorum.
- Uykuya dalmamıştım. Yastıkları kabartıyordum sadece…
Sıkıca bağlamak, bağlanmak…
Küçüklüğümden beri bir arada, yakın temasta olması gereken kişileri, nesneleri bir daha kopmamacasına birbirlerine sıkıca bağlamak, düğümlemek gibi bir âdetim var. Anne babası ayrılmış bir çocuk olarak büyümüş olmamdan kaynaklanıyor sanıyorum bu durum. Eşimi de tam on yıl önce kendime zamkladım. Şükür onunla hiç kör düğüm olmadık. İçinde bütün renkleri barındıran tatlı, ebruli bir yumak gibiyiz. Yuvarlanıp gidiyoruz. Bizimle birlikte kedilerimiz Ares ve Zeus da yuvarlanıyor. Onları yeni edindik. Henüz bebekler. Ne isimlerini biliyorlar ne de bizi tam olarak tanıyorlar. Karşılıklı tanışma, alışma evresindeyiz. Dün marketten eve döndüğümüzde bizden kaçacak delik aradı yavrucaklar. E kolay değil tabi. Ne de olsa birlikteliğimizin yedinci günü. Ama biliyorum ki sevgi dili işimizi epeyce kolaylaştıracak.
Herkesin sevgisini ifade edişi farklı
Sevgi dili deyince aklıma Gary Chapman’ın “Beş Sevgi Dili” adlı kitabı geldi. Daha önce okuduğum bu kitaba tekrar göz gezdirdim. Chapman’a göre, “Herkesin farklı bir sevgi dili, kendine özgü bir sevgi ihtiyacı bulunmakta. Herkesin sevgisini ifade ediş biçimi farklı farklı olmakta. İnsanlar sevildiklerini anlamak için kendileriyle bildikleri dilden konuşulmasını istemekte ve kendilerine bu dillerle yaklaşılmasını beklemekteler. Kitapta bu diller beş ana başlık altında özetlenmiş:
1. Olumlu cümle dili (nezaket gösterin; iltifat edin, cesaret verici
sözler söyleyin)
2. Kaliteli zaman dili (yüz yüze sohbet edin, birlikte hayaller
kurun)
3. Hediyeleşme dili (pahalı olanı değil, mutlu edecek olanı verin)
4. Hizmete eşlik etme dili (sorumlulukları paylaşın)
5. Fiziksel yakınlık dili (sarılın, elini tutun, sırtını sıvazlayın,
alnından öpün)
İncelemem sona erdiğinde “Birbirlerini severek evlenen annem ve babam bu eseri okumamış mıydı acaba?” diye düşündüm. Sevgi dilini öğrenmenin otomobil kullanmayı öğrenmekten, para kazanmayı öğrenmekten çok daha önemli olduğunu fark etmemişler miydi? Karşılıklı oturup birbirlerini dinleyerek kendi yaşam sürelerinden birbirlerine armağan etmemişler miydi? Kitapta da örneklendiği gibi; “bBbama nefis bir akşam yemeği pişirerek onu neşelendireceğini düşünen annem, aslında babamın ondan sadece cesaret verici sözler duymayı beklediğini kestirememiş miydi? Anneme bir demet çiçek vererek gönlünü hoş tutacağını zanneden babam, aslında çocuklarla daha fazla meşgul olarak annemin yükünü hafifletmesi gerektiğini hissedememiş miydi?” Bu beş farklı sevgi dilinin üzerine on beş farklı sevgi dili de kendileri icat etselerdi sonuç değişir miydi? Evvela kendilerini daha sonra da birbirlerini daha iyi tanısalardı, ayrılmasalardı acaba her şey çok daha farklı mı olurdu? Ben, daha farklı bir ben mi olurdum?
Bütün bunların cevabını net olarak veremiyorum fakat o yıllarda yaşadıklarımı özellikle ergenlik dönemlerimde hissettiklerimi çok iyi hatırlıyorum:
Ayrılıktan kendimi sorumlu tutma hallerim, kalabalıklar içindeki tekliğim, türlü türlü takıntılarım, yeme sorunlarım, agresif tutum ve davranışlarım, düşen akademik başarılarım, iç hesaplaşmalarla dolu saatlerim, kaygı dolu günlerim, aylarım ve hatta yıllarım… Bir gün yeniden bir araya gelebilirler mi ümidine sarılışlarım, eğer boşanmasalardı ile başlayıp sonu;
- terk edilme korkum belki bu kadar yoğun olmazdı,
- babamın/annemin artık beni sevmeyeceği duygusu beni bu denli
yaralamazdı,
- sosyal ortamlarda çekingen davranmaz, kendimi dışarıya
kapatmazdım,
- özellikle anne babası ayrı olan kişilerle iletişim kurma eğilimine
girmezdim,
- içinde bulunduğum durumu gizlemeye çalışmaz, hayalimde
yarattığım, özlemini duyduğum aile modelini gerçekmiş gibi
yansıtmazdım,
- ailesi ile huzurlu olan arkadaşlarımın yanında kendimi değersiz
hissetmezdim,
ile biten düşüncelerim, davranışlarım, zihin yorgunluklarım... Hepsi bana dair, hepsi ben’im, hepsi benim vasat özgeçmişim, kayıp çocukluğum, depresif ergenliğim, ürkek gençliğim…
Aslında iyi yönetildiğinde hasar bırakmayan, daha güçlü pek çok çocuk için kolay atlatılan bu süreç, beni bir hayli zorladı. Narin bir çiçek kadar kırılgan yapımla kendimi toparlamam hiç kolay olmadı. Olumsuz yönlerimi törpülemek için çok çalıştım.
Öncelikle geçmişte yaşayarak geleceğimi inşa edemeyeceğimi anladım. Kurban rolünden çıkıp, sorunlarımla yüzleştim ve onlarla başa çıkmayı zaman içinde öğrendim. Hiç evlenmem diye düşünürken harika bir eşle evlendim. İyi bir meslek sahibi oldum. Anne oldum. Aldığım dersler sayesinde yürümem gereken yolları buldum.
Anne-babamın evliliklerini kurtarabilmek için yapamadığımı düşündüğüm tutkallık görevi kaldı sadece üzerimde. Sanırım bu yüzden; bağcıklara kör düğüm atışlarım, kızımın saçlarını sıkı sıkı örüşlerim, sökükleri çift kat iplikle dikişlerim, çorapları, eldivenleri eşsiz bırakmayışlarım, kırılan vazodan vazgeçmeyip kopan parçaları birbirine yapıştırışlarım, Ares ve Zeus’u sürekli birlikte gezdirişlerim…
Geçmişten gelen bu tortuyla yaşamaya artık alıştım. Eşim de alışır umarım.
- Anneeeeee
- Anneciğiiiiimmmm, boyadığım makarnaları birlikte pembe kartona yapıştırabilir miyiz? Sonra da çerçeveletir duvara asarız, ne dersin?
Mustafa koşup geliyor hemen. “Aman aman aman, durun, beni bekleyin!” diyor Süpermen edasıyla. “Geçen hafta annenin getirdiği Japon yapıştırıcı ile parmakların birbirine yapışmıştı unuttun galiba güzel kızım. Beşi bir yerde’lerini birbirinden ayırmak ne kadar zamanımı almıştı.” Arayıp bulduktan sonra elindeki bir başka mutedil yapıştırıcıyı sallaya sallaya olay mahalline geri dönüyor Mustafa: “Kızımızın perdeli parmaklarla sevimli bir kurbağaya dönüşmesini istemeyiz yeniden, değil mi annesi?” diyor, tatlı tatlı gülümseyerek.
Boyama, yapıştırma ve çerçeveleyip duvara asma işi başarıyla tamamlandıktan sonra canımız makarna çekiyor. Benim tercihim makarnayı haşladıktan sonra yumurta harcıyla kızartmaktan yana. Neden acaba?
Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.
Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..