Süper Babaanne!
Çiçeği burnunda bir babaanneyim. Tarifi imkânsız duygular içindeyim. Yavrumun yavrusu; kuzumun kuzusu kucağımda mışıl mışıl uyuyor. Güneşten koparılmış bir demet ışık gibi dünyamı aydınlatıyor.
Eşsiz bir manzarayı seyredercesine uzun uzun çehresini izliyor, evin en ücra köşelerine kadar yayılan cennet kokusunu derin derin içime çekiyorum.
Anne olduğumda da yine böyle mi hissetmiştim?
“İlk kez anne olduğumda, daha ilk anlardan itibaren yine böyle mi hissetmiştim acaba?” diye bir düşünce geçiyor aklımdan. Sezaryen doğumun getirdiği sıkıntılarla boğuşurken; deneyimsiz, ürkek bir anne olarak her şeyi layığı ile yapıp yapamadığımı sorgularken, bilmem böyle yoğun duygular besleyebilmiş miydim?
Açıkçası pek hatırlayamıyorum. Rahmetli babaanneme “Beni kucağına aldığında sen neler hissetmiştin?” diye sormayı ne çok isterdim. Zihnim eskilere kayınca kucağımdaki masum yavrucak beni benden alıp babaannemin aksiyon dolu, sevgi dolu kollarına götürüyor. Anılar gözümde tek tek canlanmaya başlıyor. Fotoğraf albümünü elime alıp minik torunuma anlatacağım öyle çok hatıram var ki...
Kendi kendime, maziyi mırıldandığım sırada gelin kızım yanıma yaklaşıp yamacıma oturuyor. “Ne güzel uyuyor değil mi anneciğim? Bazen uykusunda gülümsüyor” diyor. “Hep gülsün inşallah, güldükçe o güzel gamzelerinden beyaz güller dökülsün.” diye karşılık veriyorum.
Anılar gözümde canlanıyor
Parmağımı sımsıkı kavrayan o yumuk ellerine bakarken dalıp gidiyorum yine. Hiç fark etmeksizin zaman ne çabuk geçiyor, roller nasıl da çeşitleniyor. “Biliyor musun, ilk doğumumu yaptığımda ben de senin yaşlarındaydım” diyorum. Adeta zaman makinesine girip gençlik dönemlerime, babaannemle geçirdiğim macera dolu günlerime ışınlanıyorum. Gelin kızımın geçmişe dair merakı arttıkça benim de paylaşma isteğim artıyor. Ah ah… Ne güzeldi deyip başlıyorum anlatmaya:
Her hafta sonu, ailemizle ilgili gündem maddelerini görüşmek üzere yuvarlak masanın etrafında toplanır, önemli karalar alırdık. Yirmi dakikayı geçmeyen, kaliteli zaman dilimleriydi bunlar. Kardeşim Tunç’un düşen notları, okulda kaybettiği eşyaları, sınıf arkadaşıyla yaptığı kavgalar uzun uzun tartışıldıktan sonra nihayet sıra bana gelirdi. Fakat sabırla beklediğim söz sırası, saniyeler içinde sona ererdi. Spor müsabakası sırasında rakip takım oyuncusunun arkama asılıp formamı yırtması ve proje derslerim için lazım olan ihtiyaç listesinin tedariki edilmesi gibi şeyler dışında söyleyecek fazla bir şey bulamaz, pek varlık sergileyemezdim.
Babam ve annem motive edici, klasik ebeveyn konuşmalarını yaptıktan sonra “toplantı bitmiştir” nidası ile oturumu sonlandırırlardı. Bu nidanın geç geldiği o günlerden birinde masada garip bir sessizlik oldu. Bizimkiler birbirlerine bakıp durdular. Sanki söze ilk kimin gireceğine karar veremiyor gibiydiler. Neyse ki babam daha fazla dayanamayıp “öhö öhö” şeklinde usulen öksürdükten sonra konuşmaya başladı: “Çocuklar bugün mesai arkadaşlarımızdan biri hastalandı diğeri de aniden istifa etti. Dolayısıyla ürün tanıtımı yapmak için şehir dışındaki meslek fuarına gitmeleri olanaksız hale geldi. Bu ani gelişme üzerine patron, İzmir fuarındaki organizsayon işini annenizle bana verdi” dedi, giderek yayvanlaşan ağzı, çakmak çakmak parlayan gözleriyle.
Babaanneme gidiyoruz
Annemin kaş göz işaretinden sonra yüzünde beliriveren sevinç ışıltısını çarçabuk söndürüp konuşmasını sürdürdü: “Biliyorum biraz ani bir gelişme oldu fakat annenizle birlikte her şeyi planladık. Endişe etmenizi gerektirecek hiçbir durum yok. Bir haftalığına babaannenizde kalacaksınız. O yüzden gereken eşyalarınızı, okul formalarınızı, kitaplarınızı şimdiden hazırlamaya başlasanız iyi olur” deyip bizden gelecek reaksiyonu bekledi.
Benden önce Tunç atıldı hemen: “Yaşasın, yaşasın! Babaannemle kim bilir ne eğlenceli, ne süper bir hafta geçireceğiz.” Haksız da sayılmazdı. Çünkü bizim babaannemiz evde oturup örgü ören, sırt kaşıyan, reçel yapan, aynı anıları defalarca anlatan babaannelerden değildi. O bir süper babaanneydi. Kıpır kıpırdı. Tezatlıklarla dolu bir karnaval şehri gibiydi. Çok konuşur, az dinlerdi. Az pişirir, çok yerdi. Çok giyinir az terlerdi. Az yorulur çok gezerdi. Dört, beş saatlik uykuyla yetinir, her yeni gün için yeni plan, programları olurdu.
Ben bu duruma kardeşim kadar sevinemesem de pek belli etmedim. Çünkü var olan enerjimi bir hafta sonra yapılacak deneme sınavında kullanmak istiyordum. Tunç için ise değişen pek bir şey yoktu. O, kıt kaynaklarını babaannesinin çılgın planlarına gözü kapalı feda edebilirdi.
Dediklerine göre babaannemde ezelinden beri var olan hiper-aktivite, dedem rahmetli olduktan sonra tavan yapmış. Hayata küsüp köşesine çekilmek yerine, rahmetliyi düşünemeyecek kadar yorulup yatağa öyle girmeyi seçmiş. Günün yorgunluğunu geçmişin muhasebesine tercih edip böyle bir çıkış yolu bulmuş kendine.
Süper babaannem
Annemlerin yola çıkacağı o günün sabahında korna sesiyle uyandık. Daha doğrusu bütün mahalle uyandı. Babaannemin işaret parmağı, dedemden kalan ticari arabanın klakson düğmesine zamklanmış olmalıydı. Okul formalarımızı giyip eşyalarımızı kaptığımız gibi aşağıya indik. O telaşe içerisinde bizimkilerle vedalaşıp kucaklaşabildik mi hala tam olarak hatırlayamıyorum. Süper babaannemiz gaza basıp bizi okulumuza yetiştirdi. Akşam saat beşte de aynı taşkınlıkla almaya geldi. İşte o dakikadan sonra maraton başladı. Önce denizin ortasında, dalgalarla çalkalanan iptidai bir teknenin üzerinde ekmek arası balıklarımızı yedik. Sonra da teknenin çakma kaptanı ile sohbet etmeye başladık. Kaptan balığın olmamasından, işlerin kesatlığından dem vurunca babaannem Tunç'un okul çantasındaki flütü istedi. Fareli köyün kavalcısı misali balıklara, yengeçlere flüt çalıp onları teknenin etrafında toplamanın iyi bir fikir olacağını düşünmüştü. Fakat o sırada hızla çarpan dalga yüzünden öce flüt sonra da babannemin vereceği resital bir anda suya düştü. Bu duruma balıklardan daha çok ben sevindim. Çünkü daha ufakken bizi uyutmak için de benzer yola başvurur, var olan uykumuzu tümden kaçırmayı başarırdı.
Bir sonraki gün, okul çıkışında Tunç’un buzda paten kayma ısrarları üzerine bir alışveriş merkezinin paten pistine gittik. Kardeşim, fırsatın kazası olmaz deyip annemin asla izin vermeyeceği aktiviteleri babaannemle bir olup gerçekleştirmek istiyordu. Annem ve babamın gitmeden önce “Bu iki çılgını sana emanet ediyoruz kızım" tembihleri kulaklarımdadır hala.
Okul çıkışı karnımızı doyuracağımız yerleri bir gün babaannem bir diğer gün de Tunç seçiyordu. Hafta ortasında seçtikleri lokantada, kokoreç partisine katılmayı reddedip evde yumurta kırmayı tercih ettim. Ertesi günün akşamında korku filmi izleme davetlerini de geri çevirdim. Patlamış mısırın yanında alışkın olduğumuz ev limonatası yerine dolaptan çıkardıkları buz gibi gazlı içereceklerle geceyi taçlandırdılar.
Babaannem paraşütle atlayacak!
Hafta sonu gelip çatmış annemlerin gelmesine iki gün kalmıştı. O cumartesi sabahı babaannemin kâğıt havlu rulosunu ağzına götürüp bizi uyandırmaya gelişi de unutamadıklarım arasında. “Çabuk kalkın, çabuk giyinin” dedi. “Babaanneniz bugün paraşütle atlayacak. Bunu kaçırmak istemezsiniz öyle değil mi?” diye sorduğunda küçük dilimi yutmak üzereydim. Ama babaannem ne yapıp etmiş doktordan aldığı “sağlıklıdır” raporu ile birlikte bu kurslara katılmayı başarmıştı. Kendini boşluktan aşağıya doğru bırakmayı planlayan babaannemin hamlesine karşılık Tunç da çocuk aklıyla evde çarşafa benzer geniş bir örtü aramaya başladı. Dut ağacının altında sergi açan yetişkinler gibi pozisyon almamızı, düşerse çarşafı sımsıkı gerip onu yakalamamızı tembihledi. Neyse ki korktuğumuz başımıza gelmedi. Babaannem çığlık çığlığa kendini yamaçtan aşağıya bıraktı. Biz de elimizde çift kişilik pembe çarşafla az sonra ineceği lokasyona doğru seğirttik. Yere ininceye kadar her şey yolunda gitmişti fakat yere yaklaşırken ‘beş nokta taklası’nı atmayı unuttuğu için canı epeyce yanmış, rüzgârın etkisiyle savrulup hedeften epeyce sapmıştı. Onu dikenli çalılıkların içinde bulduğumuzda hiç renk vermedi. Pişkin pişkin gülerek “Nasıldım ama? diye geçiştirmeye çalıştı. Bir yıl önce tekvando kursunda aldığı darbeden sonra da benzer bir cümle kurmuştu. O akşam derisi sıyrılan, rengi moraran bacaklarına krem sürüp, ağrı kesicilerle sancılarını dindirmeye çalıştık. Annemler gelene kadar iyileşmesi gerektiğini bildiği için yeni bir aktivite planlamaya kalkışmıyor yaşıtları gibi daha sakin olmaya gayret gösteriyordu.
Sanki ruhlarımız yanlışlıkla birbirimizin içinde bedenlenmiş gibiydi. Ben olgun bir babaanne gibi davranıyorken o da çılgın bir genç gibi davranıyordu. “Evde oturup uslu bir kız çocuğu olursan sana en sevdiğin kurabiyeden yapacağım” dediğimde sözlerime kahkahalarla gülmüştü. Bir yandan hayallerinin peşinden koşmasına, yaşama dört elle sarılmasına büyük bir hayranlık duyuyor bir yandan da haline üzülüyordum. Derin yalnızlığını böyle sıra dışı etkinliklerle unutmaya, bedenini elinden geldiğince yorup zihnini uyuşturmaya çalışıyordu.
Canım babaanneme…
Ben kendimi kaptırmış anlatırken torunum ağlamaya başlıyor. Annesi, ihtiyaçlarını karşılamak üzere onunla birlikte yanımdan uzaklaşıyor. O an iç dünyamda rahmetli babaannemle baş başa kalıyor ve elli altı yaşımda da olsam bir torun edasıyla ona seslenme ihtiyacı duyuyorum:
“Sevgili Babaanneciğim,
Az önce kulaklarını çınlattık, eminim duymuşsundur. Evet, artık ben de bir babaanneyim. Belki senin kadar enerjik, senin kadar eğlenceli biri değilim. Torunum sana benzerse ona sıkıcı bile gelebilirim. Çok sevilen bir torun olmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu sevgi dolu kollarında öğrendim fakat babaanneliği ilk kez deneyimleyeceğim. Bu yolda ilerlerken senin doğallığını, içtenliğini, çocuk ruhundan vazgeçmeyişini, yaşama tutunma becerini, hüzne sarılmak yerine neşeyi, tempoyu seçişini ve buna benzer bütün güzel hasletlerini örnek edineceğim. Bil ki hala en özelimde, hala en derinlerimdesin. Sırlı, gizemli parçan benim; hevesli, heyecanlı, halin kardeşimin; sevgi dolu kalbin ise babamın içinde saklı. Eminim torunumun içine de bir parçanı gizledin. Bunu keşfetmek gerçekten çok eğlenceli olacak. Seni seviyorum babaanne.”
Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.
Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..