Metin Zakoğlu
Her Çocuk Sanatçı Doğar
“Sırtımı bir bahçe duvarına dayar yine de hikayemi oynarım, yeter ki beni izlemeye gelsinler.” diyen, mesleğini çok seven, mesleğinin içinde var olduğunu hisseden, çocuklara iş yapmaktan son derece mutlu olan, çünkü çocuklara yaptığı işin kendisini çocuklaştırdığını düşünen, oğlu Doruk’un üzerine fazla düşen, yetenekli gençlere ücretsiz eğitim veren, fiziksel engeli olan arkadaşlarımızın evine gidip onlara oyunlar oynayan ve evini tiyatro severlere açarak ev tiyatrosunun öncüsü olan Metin Zakoğlu ile yazdan kalma güzel bir İstanbul sabahında Moda Saklı Köşk’te buluşup hem bu zamana kadar neler yaptığını hem de yeni çıkan “Bana Bir Yalan Söyle” isimli kitabını konuştuk.
Sanatçı toplumu yansıtmalı diyorsunuz ama bu dönemde bu çok zor sanki. Tedirginliğiniz oluyor mu?
Hiç tedirginliğim olmuyor, sanatçı herkesin ve her şeyin üstündedir çünkü. Sanatçının ağzı torba değildir, büzemezsiniz. Korkacak bir şey de yapmıyorum. Bir eylemci ya da provokatör değilim. Sadece diliyle, söylemleriyle para kazanan birisiyim. Biz sanatçıların özellikle de komedyenlerin çok cesur olması taraftarıyım. “Sanatçıdır o, istediğini söyleyebilir.” denmesini istiyoruz, hayal ediyoruz. Zaten bunu deseler bu kadar çok eleştirmeyeceğiz iktidarı.
Oyuncu olmanın verdiği sorumluluğa, baba olmanın verdiği sorumlulukta eklenince neler oldu? Daha çok çalışmalıyım dediğiniz oldu mu mesela?
Hayır, demedim. Oğluma karşı duygusal sorumluluklarım beni ilgilendiriyor. Oğlum olunca çalışma sistemimi yükseltmedim. Zaten ben deli gibi çalışan bir adamım. Bundan ötesi intihardır. Ama oğlumun dünyaya gelmesi hayatımda büyük bir renk oldu diyebilirim.
Ne gibi bir renk?
Sanki kendimi doğurtmuşum gibi geldi bana. Metin yeniden doğdu. Yaşamak hayalinde olup, yaşayamadığım keşke bunları o zaman bana yaptırsalardı dediğim ve içimde uhde kalan her şeyi oğluma sunuyorum. Böyle bir sorumluluğum var oğluma karşı.
Ev tiyatrosunu yapmaya nasıl karar verdiniz? Ne oldu da bu düşünce eyleme geçti? Tepkiler nasıl oldu?
Koşulsuzluklardan, çünkü kimse tiyatroya gitmiyordu. Bin kişilik salonlarda tiyatro yapıyordum, otuz kişi geliyordu. Bu oluşum ev tipi tiyatroya yönlendirdi beni. Ev atölyem vardı, burayı tiyatro yapsam kapalı gişe oynar diye düşündüm ki öylede oldu. Koşulsuzluklarla savaşma sanatı derim ben tiyatroya. Bu savaşın içinde de kendime yeni bir mekan yarattım. Çok güzel tepkiler aldım, altı sene hep doluydu.
Tiyatro severleri evinizde ağırladınız bir de fiziksel engeli olan bireylerin evine gidip oyun sergilediniz. Çıkış noktanız ne oldu, ne kadar zamanınızı ayırıyorsunuz, süreci anlatır mısınız biraz?
Yeter ki sen tiyatroya gitmek iste, ben senin ayağına kadar gelirim diyorum. Bu tabi bir konakta, bir villada olmuyor. Çünkü tiyatro tiyatroda izlenir. Ama engelli dostlarımız, tiyatroya gidebilecek yolu bulamıyorlar, durum böyle olunca ben de onların ayaklarına kadar gidip, memnuniyetle oyunumu sergiliyorum. Gittiğim evlerde fakir evler oluyor, zaten zenginler çocuklarını bir yere götürebiliyorlar. Bunun içinde hiç para talep etmiyorum.
Peki size nereden ve nasıl ulaşabilirler?
Sosyal medyadan bana ulaşabilirler. Tiyatrom Cafe Theatre’dan ulaşabilirler.
Çocuk seyircisi nasıl? Zorlandınız mı, onların dilini nasıl yakaladınız?
Dünyanın en art niyetsiz seyircisidir. Onların dilini yakaladım iddiasında olmadım hiç. Onların dilinin ne zaman döneceği, seni nasıl şaşırtacağı hiç belli olmaz. Ben ömrümün çok büyük bir kısmını çocuk ve eğitim birimlerinde çalışarak geçirdim. Çocuklar konusunda bilgiliyim. 3-7 yaştır benim grubum. 14 yaş oynamam mesela ya da bir psikolog eşliğinde oynarım. Çocuklarla ilgili iş yapmayı seviyorum, çünkü beni çocuklaştırıyor.
Sizi çocuklaştıran bu oyunlara kendi çocukluğunuzdan neler aktarıyorsunuz peki?
Bütün anlattığım hikayeler çocukluğumun hikayeleri. Çocukluğumun oyunlarını anlatırken, onlarla beraber sahnede oynuyoruz. Benim zamanımın Memiş adlı karakteri karşılarına çıkıyor. Onunla ip atlıyorlar, çelik çömlek oynuyorlar, uçurtma uçuruyorlar, misket oynuyorlar... Hiç yapmadıkları şeyleri yapıyoruz. Uzaylıymışım gibi bakıyorlar bana.
Çocuklar için ilk oyun çok önemlidir. Tiyatroya ilk kez giden bir çocuğu oyun sonunda memnun edemezseniz bir tiyatro seyircisini kaybetmiş olursunuz. Anne-babalar çocuk oyunlarında nelere dikkat etmeli?
Her oyuna çocuklarını götürmemeliler. Hatta mümkünse okullarda yapılan oyunları bile izletmemeliler. Tiyatroyu bilmeyen insanlar, bir çarşafı arkalarına gerip abuk subuk işler yapıyorlar. Gerçekten de bu ülkede tiyatro geleceği yok oluyor. Bizim geleceğimiz çocuklar. Çok sıkı elemek lazım…
Peki siz oğlunuzu ilk neye götürdünüz?
Ali Poyrazoğlu’nun oyununa götürdüm. Enstrümanları anlattığı müthiş bir gösteri yaptı. Oğlum ilk defa trompeti, kemanı ve diğer tüm enstrümanları tanıyarak, büyülenmiş bir şekilde çıktı oradan. Bir çocuğun dikkatini yirmi dakikadan fazla tutamazsınız, bir saat on dakika sürdü ve hiçbir çocuk dışarı çıkmadı. İşini doğru yapıyorsan izleniyorsun yani. Benim oyunlarımda kırk dakika sürüyor ve çocuklar hiç bitmesin istiyorlar.
Bu durumda anne-babalar çocuklarını sizin oyunlarınıza getirsinler, çünkü… dersek neler söylersiniz?
Çocuklara, bizim çocukluğumuzun hikayesini anlatıyorum. Eskinin güzelliğini bugüne nasıl bulaştırabileceğimizi gösteriyorum. Anne-baba ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini, sorunların konuşarak nasıl çözülebileceğini öğretiyorum. Daha da güzeli çocuklara, annesi ve babasıyla sahneye çıkma imkanı sunuyorum.
Metin Zakoğlu nasıl bir baba?
Biraz telaşlı bir baba olduğumu söyleyebilirim. Çok paniğim, bir psikologa gidiyorum bu yüzden. Aman oğlumun başına bir iş gelmesin diye önündeki engelleri ondan önce kaldırmaya çalışıyordum. Psikologuma danıştığımda bana bu tavrı sürdürdüğümde, “Babam ne de olsa bu engelleri kaldırır.” düşüncesinin oğlumda oluşacağını ve benim olmadığım zamanda bir engeli aşamayacağını söylediğinde kendimi durdurdum.
Peki sizin babanızla olan ilişkiniz nasıldı?
Oğluma olan bu telaşlı halim annemden bana geçti sanırım. Biz de baba değil de anne daha hakimdi. Babam çok fazla özgür bırakıyordu beni. Babam radyo sanatçısıydı, çok çalışıyordu, annemle büyüdük sayılır. Babamdan sanatsal anlamda etkilendim. Psikolojik evrelerde de annemin etkisi oldu diyebilirim.
Yetenekli gençlere ücretsiz derste veriyorsunuz. Bu eğitim sürecinde kriteriniz ne oluyor? Kimler size başvurabilir?
Her yıl yirmi öğrenciye ders veriyorum. Genelde ocak ortası, şubat başı gibi oluyor seçmeleri. On yedi ve sonrası yaşlar katılabiliyor. Muhsin Ertuğrul kim dediğimde, Kadıköy’de özel tiyatrosu var diyenler gelmesin. Genco Erkal kim dediğimde, hiç duymadım diyenlerde. Zaten ben sınav değil, mülakat yapıyorum.
Siz, ücretsiz eğitimlerle bu yolda yürümek isteyenlere, tiyatroya katkıda bulunmak adına bildiklerinizi sunuyorsunuz ama bu bildiklerinizi öğrenme süreciniz nasıl gelişti? Özetle kariyer hayatınız nasıl ilerledi?
İlkokulda “Kahraman Çocuk” diye bir piyes yapıyordu öğretmenimiz. Burada “Düşman Subay” rolü bana verilince çok ağladım düşman olduğum için ama öğretmenimiz beni kahraman yapmadı. Oyundaki “Kahraman Çocuk”u canlandıran arkadaşımda ezber yapamayınca ve ben de ezberleyince “Kahraman Çocuk” rolünü oynayarak ilk sahne adımımı atmış oldum. Sonrasında lisede psikoloji dersimize giren hocam “Sen yeteneklisin, oyuncu ol.” diyerek hayatıma yön verdi. Lise sonrası Müjdat Gezen’e yazıldım ama yaşımın geçmiş olmasından olmadı. Çok üzülmüştüm ve ardından da hiçbir yeri kazanamamıştım. Müzisyen bir aileden geldiğimden dolayı kulağım çok iyidir ama ben hep kulaktan elendim. Hala bile nedenini anlayamamışımdır bu durumun. (Sonra o sınavları kazanamadığımda jüri olan kişilere oyunlar yönettim ama onlara hiç suç bulmadım, herhalde o anlık bir şeydi diye düşündüm. Kazanamayışımın sebebini kendimde aradım.) Sonrasında Eskişehir’i kazandım konservatuarı, aynı sene Şehir Tiyatroları’nı da kazandım. O dönem Genco Erkal hayatımın kararını aldırttı bana. Ardından Berlin’de eğitim aldım ve devamı geldi.
Peki, ev halkı bu oyuncu olma isteğinizi nasıl karşıladı?
Klasik olan cümleyi benim annem, babamda kurdu: Aç kalırsın. Ama ben tiyatrodan para kazanılabileceğini bu ülkeye ispatladığımı düşünüyorum. Yeter ki mesleğini yapmak iste. Ben tiyatronun en yokluk döneminde bile, kendime yeni bir kapı açıp bu alandan para kazanmayı bilen ender insanlardan biri oldum.
“Ender insanlardanım” diyorsunuz. O zaman neden bu “Ender insanı” köşe yazarları izlemeye gelmiyor?
Anadolu yakası biraz uzak kalıyormuş. Dünyada yayın yapan dergi beni kapak yaptı, röportajlarımı yayınlandı ama biz de önemsenmedi. Afife Jale’den beni izlemeye kimse gelmedi düşünebiliyor musun? Nasıl gelmezsin sen. Haldun Dormen, Yıldız Kenter nasıl gelmezsin. Birçok insanın oyununu izlemiş birisin. “Evde Tiyatro”nun nasıl bir şey olduğunu merak edip gelmezsin ki.
Gelmeden yorum yapanlar oldu mu?
Evet. Ufacık mekandan çok ses getiren bir iş yaptım ben ve sonrasında da “Çok başarılı buluyoruz, takdir ediyoruz…” gibi cümleler kurarak “Daha gidemedik ama çok iyi şeyler duyuyoruz.” dediler. Engelli kardeşlerimizin evine tiyatro götürdüm işittiğim cümle: “Tiyatroyu ayaklar altına serdi.” oldu.
Bir de yeni ve ilk kitabınız çıktı ağustos ayında. Yazarken çıkış noktanız ne oldu?
Kitapta da açıkladığım gibi yapacağım işlere, neden-niçin-nasıl sorularını sorarak başlarım. Bu kitabı da sana da anlattığım gibi bu yolculuğumu herkesle paylaşma düşüncesinden dolayı yazdım. Ümitsizliğe kapılan genç arkadaşlarım, pes etmesinler istedim. Bir adam bu uğurda kendine bir yol açmış, farklılıkları görmüş, farklı olduğu içinde başarmış, yenilmiş ve başarmış, sonrasında tekrar yenilmiş ve yine başarmışı görsünler ve kendilerine örnek olsun diye yazdım. Sırada ikinci kitabım var.
Adı neden “Bana bir yalan söyle”?
Oyunculuk bir yalan söyleme sanatı çünkü. Öyle bir yalan olsun ki sen bile söylerken ona inanmalısın. Oyuncu budur çünkü.
Son olarak baba adaylarına neler söylemek istersiniz?
Pinpirikli olmasınlar. Öncelikle çocuk sahibi olmaya karar vermiş bir insanın kendisi ile hesaplaşması ve bundan sonraki hayatında kendisine çok benzeyen, kendisiyle bu hayat yolunda koşacak olan bir başka erkek ya da kız çocuğu olacağını ve nasıl bir yol çizeceğini mutlaka ve mutlaka programlamalarını öneriyorum. Hatta mümkünse yazmalarını tavsiye ederim. Artık çocuk sadece anne sorumluluğunda değil. Çocuk hem anneye hem de babaya ait bir varlık. Her çocuk sanatçı doğar, hangi mesleği yapacağına aileleri karar verir. Böyle bir şey yapmayın. Çocuğunuzu izleyin.
Ekim ayında okurlarımız sizi nerede izleyebilirler?
Kozyatağı Kültür Merkezi’nde çıkıyorum. Cafe Theatre İstanbul ekim ayında açılacak ama tarih şu an net değil. Çarşamba, perşembe, cuma İstanbul; cumartesi, pazar ve pazartesi Bodrum’da olacağım. Sosyal medyadan takip edebilirler.
Röportaj: Aslıhan GÜNDÜZ
Fotoğraf: Event's Hill Photography
Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.
Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..