Veysel Diker
Evim Fabrika Ayarlarım
Biraz soğuk bir İstanbul gününde Veysel Diker’in kapısını çaldığımızda eşi ve dört yaşındaki oğlu Çınar ile bizi keyifle evlerinde karşıladı. Birçok konudan konuştuk kendisi ile… Kaygıları, korkuları olan baba olmasından dolayı çok daha fazla detaycı olan, ülkemizdeki gidişatın hızına şaşıran, kendi yazdığı oyunlarda oynamaktan mutluluk duyan, yazı yazarken transa geçtiğini söyleyen ve tiyatronun bir yalan atma eylemi olduğunu vurgulayan biri olan Veysel Bey ile harika bir sohbet gerçekleştirdik sizler için. Röportajımızı noktalarken “Aslında tüm mesajım; her şey mutluluğa hizmet etmeli.” diyen Veysel Bey’e ve elbette ki eşine misafirperverliği ve leziz pizza molası için teşekkür ederim.
“Tiyatro oyun alanım, hayatı kesip biçiyorum.” demişsiniz. Başka ne ifade ediyor tiyatro sahnesi ve oyunlar?
En mutlu olduğum yer. Güzel cümleler kurabilirim. Bu organizmanın, tek uğraş alanı tiyatro ve oynamak. Varlığımın hayata yansıması aynı zamanda. Son yıllarda oyunlar da yazmaya başladım. Yazdığım, oynadığım, yaşadığım, kendimi ifade ettiğim dilim aynı zamanda. Bir var oluş aracım benim için.
Var oluş aracınız olan tiyatroyu çocukluğunuzdan beri sever miydiniz? Çocukken ben oyuncu olacağım der miydiniz?
Evimizin yakınında asker lojmanları vardı o ara asker olmak istiyordum. Bir dönem ziraatçılardan etkilenmiştim. Ziraatçi olmam lazım, çiftçiye yardım etmeliyim demiştim. Çiftçiye yardımcı olacak durumumuzda yok artık ya neyse konumuza dönelim biz. Sonra tiyatrocu olmak istedim lise dönemimde. Aile içinde de güldüren, komik çocuktum. Neşeli bir evde büyüdüm. Üniversite dönemimde amatörce yapıyordum, baktım tiyatro çok daha etkileyici, sonrasında ana mesleğim olmasına karar verdim ve kendimi ifade ediş aracım oldu. Mutluyum. Bu ülke için şartlar daha da zorlaşıyor, alan daralıyor maalesef, her tür teşvikin kısıldığı, sanat kurumlarının kapandığı bir ülkede yaşıyorum. Dehşetler içindeyim. Çok daha başka birimlerin pirim yaptığını üzülerek söylüyorum. Bu ülke için, insanlar için günah. Ne kaybettiklerinin farkında değiller bence. Uzun vadede bu ülkenin nasıl bir renkte olacağının –ki bence kara bir renk olacağının- farkında olunması gerekiyor. Bunun için de her halde kara olması gerekiyor. Bazı zihinlere olumsuzlukları, yaşamadan anlatmak çok zor. Akıllı beyin öteye projeksiyon yapabilir. Şu olursa bu olur, bu olursa şu olur şeklinde düşünebilir. Bu eğer yoksa yapılacak bir şey yok. Üzgünüm açıkçası ülkem için. Keşke böyle yapılmasa…
Bu üzgünlüğün sebebi sanatın özgür olmayışından tabii…
Evet, sanat özgür değil. Sanat olanı değil olması gerekeni yakalar, yakalamalıdır. Deforme edeceksiniz ki bir şeyleri, gerçek ortaya çıksın. Abartacaksınız. Ben biraz karamsarım açıkçası ama çabalayacağız, en azından ben kendime bunu söylüyorum. Oğlum için uğraşacağım.
“Baba ben de senin gibi oyuncu olacağım.” cümlesine nasıl cevap verirsiniz?
Bazen ben de oyuncu olacağım diyor evet ama ben çok da olması taraftarı değilim sırf bu şartlardan dolayı. Daha gerçekçiyim. Bu meslekte alan daralıyor maalesef ki. Baba olarak bakıyorum olaya. Çin’in bir dağında bile yapabileceği bir meslek seçmeli. Tiyatrocu derseniz İstanbul’da çok lokal ve dar bir alanda çalışmak zorunda kalırsınız. Bu risk oranını çok arttıran bir şey. Gelecek yıllara baktığımızda umutlu değilim. Bence en iyi meslek fırıncılık bu ara. Bunu ironik olarak söylüyorum. Okuyucu anlamıştır umarım.
Bir günde yok oluyor bazı isimler. Neden bu şekilde oluyor? Neyi yanlış yapıyorlar?
Zihinsel alt yapı yok. Bir hareketin teorik desteği yoksa özünde, pratik bir müddet sonra yok olmaya mahkumdur. Atasözü gibi konuştum sanırım. Akılla yapılması gereken bir meslek bu. İnanılmaz zor. Tıp mesleği gibi ciddidir. Doktor bedeni kesiyor bizde hayatı kesip biçiyoruz ilk başlarda da konuştuğumuz gibi. Yanlış bir şey görüyoruz güya, sonra onu kesip biçip halkımıza sunuyoruz. Bu manada çok yetkin olmak lazım. Çok akıl birikimi gerektiriyor. Bu konuda birçok teoriyi bilmek gerekiyor. Mesela biz okulda bir oyunu eleştirdiğimiz zaman, çözümlediğimiz zaman o dönemin ekonomisini, psikolojisini, savaşlarını, toplumsal yapısını bildikten sonra o oyunu algılamaya başlardık. Çünkü o oyun o dönemin yansımasıdır. Bunu üzülerek söylüyorum güzellik/yakışıklılık belli bir yere kadar götürür, iyi de para kazandırır, havalı da gezersin ama bir müddet sonra hüsrana gebe olursun, çünkü kazanılmış bir hak ile o noktaya gelinmemiştir. Doğumdan rastlantısal, DNA’nın yansıması olarak geldiniz. Sizden de çok olmadığı için o dönem şansınız olmuştur. Mavi gözlü, tıknaz insan çok olmadığı için şansınız olmuştur ama bir müddet sonra zamanla eskiyor bu. Şu an Yeşilçam’ın aktörleri Türk mizahının en büyük karikatürleri. Hepsi uzun boylu, hepsi Orta Anadolu’nun buğdayı ile beslenmiş tıknaz adamlarına benzemediği için, birçok kadının kocasına benzemediği için Kadir İnanır, Tarık Akan ve benzeri karakterleri onayladı, çünkü evde var zaten kısa boylu, tıknaz koca. Sırf bu yüzden dolayı Türk sanatının sözcüsü olmaya muktedir oldular. Onun için çok saf ve zavallı bir dönem geçti. Şimdi daha reel dönemlere geldik: Kadınlar artık kısa boylu tıknaz kocasının daha zeki olması itibariyle tercih ediyor bu adamları. Bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Zaman değişiyor işte. Özün sözü şu aslında Allah herkese akıl fikir versin.
Amin diyelim, çünkü sanat bir zeka işi aynı zamanda…
Tabiî ki akıl işi, yorumlama işi, dönüştürme işi. Bir şeyi çok iyi bileceksiniz ki onu dönüştürebilesiniz. Çınar’da henüz dört yaşında olmasına rağmen beni çok güldürüyor. Bazen de üzüyor. Küvette birlikte yıkanıp oyuncaklarıyla oynadığımız bir anda “Baba beni hep koruyacak mısın?” dedi, “Tabi oğlum.” dedim. Sonra sırtımdan öptü, “Baba seni çok seviyorum.” dedi. Bence burada iyi bir oyunculuk sergiledi oğlum.
Hangi sahne daha zor? Evde oğlunuzla olan mı, yoksa bizlerin karşısına çıktığınız mı?
Çınar’ın bağırış sesleri ile uyanırım sabahları. Gece dörtte de yatsam oğlumla erkenden kalkarım bende. Onun uykulu halinin kokusu beni çok mutlu eder. Acıktım dediğinde peynirli yumurta yaparım ona. Dolayısıyla evdeki çok daha gerçek ve çok çok daha benim çekirdek sahnemde oynanan. Dışarıdakiler daha biçimsel, daha göstermeci, burası ise çok daha içime dair. Fabrika ayarlarım evim. Buradaki herhangi bir problem fabrika ayarlarımı bozabilir. Dışarıdaki -mış gibi.
Ailenize çok bağlı olduğunuz her cümlenizden belli. Bunun kökeninde anne-babanızla, kardeşlerinizle olan ilişki mi yatıyor?
Babam beni çok sevdi. Onun bana olan sevgisini aşabileceksem ne mutlu bana. Bana bıraktığı en güzel miras, aşmam gereken kota. Sevmenin sınırlarını zorladı. Umarım ben de çevreme ve hayata vereceğim sevgide o kotaya erişebilirim. Olumlu güzel şeyler yaşadım ailemle onları da aldım kendi hayatımın içine.
Veysel Diker’in en net özelliği nedir?
Savaşçı ve yaşam arsızıdır. Yaşam istediği kadar tokat vursun, atsın, istemesin, tamam süre bitti yaşlanıyorsun desin, sınırlasın, hiçbir zaman yaşamın kapısından ayrılmam. Böyle bir yapım var benim. Yaşamcıyım ben. Tam da hayatın isteyeceği bir profilim aslında. Dünyaya gelirken hayat boyunca insanları eleyerek ve karmaşa içinde geliyoruz. Bu durumda hayatçı olmak zorundayız. Hayatta diyor ki buyurun arena. Beni hak eden kazansın. Ben de hayatı hak etmek için elimden geleni yapıyorum.
Okul süreci nasıl geçiyor?
Çınar dört yaşında, keyifli geçen bir okul süreci var. Evdeki keyfi okuldaki durumuna da yansıyor. Öğretmenleri çok mutlu, öğrenmeye meraklı bir çocuk.
Çınar neler kattı hayatınıza?
Hayattaki bir şeyi sevmede en üst nokta. Hiçbir kategoride olmayan bir aşkı yaşattı bana oğlum. Sabah onunla uyanmak, ayağımda onu sallayarak uyutmak benim için inanılmaz bir seremoni. Uykusuz geceler kattı; eskiden yatardım, deliksiz uyurdum. Şimdi en ufacık bir seste hemen uyanır durumdayım. En büyük zevkim gece uyandığında onu tuvalete götürmek. Onun uyku sersemi boynuma sarılması… Özetle Çınar başka bir aşk kattı hayatıma.
Pinpirikli bir baba mısınız?
Pinpirikli değil de tedbirli bir babayım. Oğlumla ilgilenme sınırlarımı biliyorum. Önündeki her engeli kaldırayım diye düşünmüyorum ama elbette ki aman düşmesin diye de ona yardım ediyorum.
Baba olacağınızı öğrendiğinizde neler hissettiniz?
Acayip bir duygu. Artık kendi bireyselliğimden çıktığımı, çok daha geniş düşünmem gerektiğini, hareketlerimin büyümesi gerektiğini biliyordum zaten ama o an daha bir realize oldu. Çınar beni hiçbir zaman korkutmadı tam tersine inanılmaz bir yaşam enerjisi sundu bana.
Eşinizin yanında oldunuz mu hep?
Her zaman yanındaydım eşimin. Her türlü kontrollerine birlikte gittik annesi ile. Karnındaki o minnacık halinden tutun, kalp atışlarını dinlemeye kadar hep yanındaydım. Bir doğurmadım bir de emzirmedim Çınar’ı ben. Onun dışında her kategoride oldum. Altını temizlemekten tutun, yemeğini yedirmeye, yıkmaya, uyutmaya kadar her şeyi büyük bir keyifle yaptım ve yapıyorum. Bu konuda da belki uzmanlar bana katılmayabilir ama bence baba doğuramadığı ve emziremediği her alanda olmalı. Kadın ve erkek arasında cinsiyet ayrımı kalmadığı için her şeyi kadında erkekte yapmalı. Bence kadın ver erkek diye ayrılıyor olmamız bir bölücülük. Dünyadaki en kötü bölücülük insanları kadın ve erkek diye ayırmak, çünkü ondan sonra başlıyor diğer bölücülükler. Anne gibi hissedemem evet ama bildiğiniz baba formunun ötesine geçtiğimi söyleyebilirim.
Kucağınıza aldığınız an…
Normal doğum sonrasında üç buçuk kilo ile dünyaya gelen oğlumu küvezde görünce hayatımda hiç bilmediğim ağlama gerekçem oldu. Daha öncesinde de ağlamışımdır illaki bir sürü gerekçeden dolayı ama o günkü ağlama, bir şeylerin koptuğunun, yeni kapıların açıldığının inanılmaz bir heyecanıydı. Tarif etmek çok zor. Hayatımda o zamana kadar yaşamadığım bir duyguyu yaşadım. Dindar yaptı beni; üst güçlere sığınmaya çalışıyorum; Çınar’ımı çok görme bana, onu benden alma, ona gelen bana gelsin gibi cümleler kurdurttu bana. Savunmasız bir taraf doğurdu bende. Örneğin iki bin kırk beş yılını artık çok daha reel düşünüyorum. Hangi bölge daha güvenli olacak, Çınar’ı hangi okula göndermeliyiz. Bu okulun ona gelecekte faydası ne olur diye düşünmeye ve adımlarımı o şekilde atmaya başladım.
Yaşamdan öğrendiğim ve oğluma da aşılamak istediğim şey… Bu cümleyi nasıl tamamlarsınız?
Kesinlikle ve kesinlikle dürüstlük. Yaşama dürüst olmak. Hissetmediği hiçbir şeyi yaşamamak ve yaşatmamak. Bu bence en büyük dürüstlüktür. Her alan için geçerlidir. Dürüst olmak, günümüzde içi boşaltılmış bir kelime artık. Kime göre, neye göre dürüstlük? O günün dürüstlüğünü –ki dogmatik bir dürüstlükten bahsetmiyoruz.- bugün nasıl olduğunu bilmektir dürüstlük. Bugün yalancı olduğunun farkına varıp, bunu söylemek bile dürüstlüktür bence. Bugün kötüyüm demek, kendimi iyi hissetmiyorum demek de aynı şekilde.
Televizyon ve çocuk ilişkisi…
Televizyon kaba bir aygıt. Reklam verenlerin dikkate aldığı alanlar çok kötü. İzletmiyorum ben ki zaten Çınar’da televizyon izlemeyi seven bir çocuk değil. Ben ona masallar okuyorum, uydurup hikayeler anlatıyorum.
Peki Çınar’la oyun izlerken nelere dikkat ediyorsunuz? Ebeveynlere neler söylemek istersiniz?
Devlet yani kanun koyucu, bu alanı önemsemediği için kanunsuz bir şekilde devam eden bir alanımız var. Tiyatronun kanunu yok. Örneğin İngiltere’de sendikaya üye olmayan oyuncu oynayamaz. Burada bir sabah uyanıp ben çok güzelim/yakışıklıyım oyuncu olmak istiyorum diyen milyonlarca kişi var. Para var ne güzel, ünlüyüm diyen insanlar var. Durum böyle olunca daha sıkı incelemek gerekiyor çocuk oyunlarını. Ailelerin çok bilinçli olması gerekiyor. Tiyatro sahnesi bir arena ve orada herkes her şeyi yapıyor. Çocuğunuzu götürürken sadece vakit geçireceğini düşünmeyin lütfen.
Çınar sizi ilk sahnede izlediğinde tepkisi ne oldu?
Tiyatroyla benim oyunum ile tanıştı. İnanılmaz bir şekilde beni izlerken ben de hep ona baktım.
Anne babalara neler söylemek istersiniz?
Anne baba olduktan sonra lütfen eski hayatınızı unutun ve onunla vedalaşın. Bazen altmış beş yaşındaki kadının on altı yaşındaki haline dönüşmeye çalışmasını görürüz, acıklıdır ve hiçbir zamanda dönemez. Anne olmuş bir kadının ya da bir babanın bekarlık dönemi bitti. O dönemin özgürlükleri, avantajları, dezavantajları bitti. Bir sabah bomboş bir eve uyanmak çok kötü. Pozitif kısmından söyleyeyim; iyi ki varlar. Bu iyi ki varlar kısmının bence kıymetini bilmek gerekiyor. Eşim her zaman benim yanımda, bu evde, köşesinde olsun istiyorum hep. O bu evde olmazsa bıyığı kesilmiş kedi gibi oluyorum ben. Geçmişe, bekar günlerime hiç dönmek istemiyorum. Bugünlerinde çok yeni ve güzel bir dönem olduğunu biliyorum. Elbette ki zorlayıcı yanları da var. Belli bir yaşa kadar tek yaşayıp sonra biriyle aynı evi paylaşmak içinde sorunda barındıran bir durum. Ona rağmen kendin olmalısın. Bu çok zor ve yorucu bir şey. Anne babalar yeni döneme adapte olmaya çalışsınlar. Yeni kimliklerinin farkına varmakta geç kalmasınlar, çünkü zaman kaybediliyor. Geriye dönüş korkaklıktık. Yeninin bilgisine ulaşıp tadını çıkarsınlar. Yaşlı kadın yüzü çok çok güzel bir yüzdür. Onu on altı yaşındaki yüze dönüştürmek için uğraşmasınlar. O dönemdeki yüz güzeldir diye bir şey yok. Hikayesi var o yüzün. Erkeklerin o yüzü görmek istediklerini nereden sanıyorsunuz siz? Olgun kadın diye yaşanmışlıklar diye kavramlar da var hayatta. Yeni zamanların, kozmetik sanayinin kadınlara attığı en büyük kazık olduğuna inanıyorum ben bunun. Kadın yaşlı da kilolu da güzeldir.
Ne yaptığımdan çok nasıl yaptığı kısmıyla ilgileniyorum. Herkes anne baba olabiliyor ama nasıl anne baba olduğumuzu bence biraz gözden geçirmemiz gerekiyor. Orada da eğer mutluluğu bulabilirsek, nasıl kısmında kaliteyi arttırabilirsek ne mutlu bize. Zaten bütün derdimizde bu değil mi? Ne yaparsanız yapın, bütün mesajım aslında her şey mutluluğa hizmet etmeli. Sizi ne mutlu ediyorsa onu yapın.
Röportaj: Aslıhan Gündüz
Fotoğraflar: Events Hill Photography
Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.
Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..